özlem sorunsalı

Taaa yıllar öncesinden bir sahne anlatıp gitmeye geldim Münücüğüm. (gitmeye gelmek üzerine uzun uzun konuşalım ama bir ara, hem hüzünlü hem de pek çok durum için çok yerinde bir ifadeymiş:))

Kantinde bir arkadaşın masasına oturdum, yüzünde karmaşık bir ifade; ağlamış ama yıkılmış dağılmış bir hali yok. Hiç sormasam mı? Masaya oturarak hikayeye bir yerinden dahil olmuş bulundum. İyi misin? dedim. Az evvel ağladığı her halinden belli insana iyi misin diye sormak da lafa nasıl gireceğimi bilemedim müsadenle şurdan saçmalayarak geliyorum demek gibi bir şey. Valla bilmiyorum dedi. Noldu dedim. 
Karton bardakta dünyanın tadı en kötü kahvesini içiyorum o arada, fakat o yıllar ağzımızın tadı o kadar yerinde ki kahvenin rezalet oluşu bir gülümsemeyle geçiştirilebilecek bir mevzuu gözümüzde. 
O yıllar malum gönül hadiselerinin gündemimizde yer tutma yüzdesinin hatrı sayılır bir oranda olduğu yıllar. Noldu? nun cevabı da tahmin edebileceğiniz üzere o kanaldan geldi. Efendim masasına oturup hikayesine dahil olmuş bulunduğumuz arkadaş sanki "yahu şu kahveyi de amma rezalet yapıyorlar" dercesine dümdüz cümlelerle anlatmaya başladı. Şimdi bu beni pat diye bırakıp gitti, hiçbir şekilde ulaşamıyorum. Sonra bir yolunu buldum iki çift laf etmek için aradım. Çok özledim, çok özleyeceğim dedim, sen de özleyecek misin diye sordum ben seni niye özleyeyim dedi bağırarak diyerek sanki çok normal bir sahneymiş gibi anlattı, üstelik gülümsüyor bir yandan da. Ben gözleri kısıp daha dikkatli inceliyorum arkadaşımı, alkollü ya da sakinleştirici falan aldı herhalde diye. Hadi normalmiş gibi anlatıyorsun bu hikayede seni gülümseten nedir acaba diye hayretler içerisindeyim. Ya sen manyak mısın? Bir daha adı bile anılmayacaklar listesine alıp yürüyüp gideceksin derhal diye bağıra çağıra çıkışacağım. Fakat önceki deneyimlerime dayanarak bu konularda cümle kurarken daha naif olmaya dikkat ederek yumuşak bir giriş yapmaya çalışıyorum. Ayıp etmiş, bağırmak çağırmak nedir sakin sakin söyle ne söyleyeceksen falan diye geveliyorum içimde büyüyen alev topunu dış dünyaya sezdirmeden söndürmeye çalışarak. Asıl bomba sonra geliyor Münücüğüm. 
Benim bu adamı tanımam, yaptıklarını/yapmadıklarını anlamam bir yıl sürdü. Yani bir olayı olması gerektiğinden fazla niye büyüttüğünü hala anlayamıyorum mesela ama ne zaman ne yapmak istediğini, aklından ne geçtiğini, aklından geçenle davranışının tezatlığı yüzünden oluşan öfkesini, kendi iç dünyasındaki çelişkilerle beni de ablukasına alışını şaşkınlıkla seyrediyorum. Ben seni niye özleyeyim diye bağırırken içindeki çelişik "benim seni özlememem lazım" sesini bastırmaya çalıştığını biliyorum. Anlatırken gülümseyişim ondan yani diyor. Seviyor, özlüyor, düşünüyor biliyorum diyor. Yine; manyak mısın? O nerenin Polyanna'sının varsayımı Allah aşkına. Seven insanın kırma, kaybetme korkusu olur bu ne biçim sevgiymiş diye yükselmeden sakin bir tonda peki ya yanılıyorsan diyorum. Anlık bir endişe bulutu geçiyor gözlerinden, yanılıyorsam diye tekrarlıyor sanki ilk kez o anda düşünüyormuş gibi. Gönlümce sevdiğim yeter bana der gönlümü alır giderim yanılıyorsam da ne yapayım diyor. Sonra ben derse gittim o başka bir yere gitti. Sonra bir daha denk gelip bu konuyu hiç konuşmadık.

Şimdi lacivertin en sevdiğim tonuna bürünmüş gökyüzünün altında, ay ışığında otururken o kızı düşünüyorum. O abuk durumun ortasında bile net duruşu, sevmek dediğin de riski göze alma işi zaten velev ki yanılıyorum, sevgi açlığı devrinde mis gibi sevmişim o bana yeter derkenki gözü karalığı, anlık bir tereddüte düşse de iç dünyasına bizim akıl sır erdirmemiz mümkün olmayan adamın sevip özlediğinden zerre kuşkusu olmayışı, vazgeçmeyişi, sevme hususundaki tarzının günümüz dünyasıyla  uzaktan yakından alakası olmayışı somut bir şekilde geldi oturdu karşıma bu gece. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yunus balıgı silüetindeki bulut

bir gün asklar biter :)

dermanı yoktur bilirim*